Kahraman’ın mektubu ve 13 önerisi şöyle:
“Tayfun KAHRAMAN – Dr. Öğr. Üyesi
Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47
Bildiğiniz üzere, Türkiye’nin gündemini uzun süredir işgal eden malum dava sonucu 2 yıla yakın süredir Silivri Cezaevi’ndeki geçici ikametgâhımdayım. Şehir plancısı ve akademisyen kimliğimin yanı sıra burada olmama neden olan meslek odası yöneticiliği ve İBB’de Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı görevlerinde bulundum. Bu nedenle bir meslek insanı ve uzman olarak deprem, her zaman en önemli çalışma alanım oldu. Ne yazık ki 6 Şubat depremlerini esaret altında karşıladım ve bu benim için buradaki en zor tecrübe oldu. Enkaz altında bekleyen on binleri izlemek ve bir taş dahi olsun kaldıramamak, soğukta üşüyen çocuklara bir tas çorba verememek, sadece seyretmek gerçekten zordu. Meslek haysiyetim ve vicdanım, ülkenin depremlere hazırlanması için beni sorumlu kılıyor. Hangi şartlar altında olursam olayım, yitip giden canlarımıza boynumun borcu budur.
Esaret altında tecrübe ve birikimimi ancak mektuplarla aktarabiliyor olmak ayrıca üzüntü sebebi olsa da elden gelen bu. Bugün üzerinden bir yıl dahi geçmeden unuttuğumuz deprem gerçeği, aslında karşımızdaki en büyük tehdit. Hepimizin bildiği bu gerçek karşısında neler yapıldığına baktığımızda ise bu acı tecrübeye rağmen bakanlığın hala önümüze kapsayıcı bir program koymadığını ve başarısızlığı açık ezberleri okumaya devam ettiğini görüyoruz. Bakanlık sürekli daha fazla konut üreterek bu sorunu çözeceğini söyleyerek kamuoyunu oyalasa da bunun çözüm olamayacağını biliyoruz. 6 Şubat sonrasında da yine bu ezberler ile ilk olarak 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’da değişiklikler yapıldı ve zaten tehdit altında olan mülkiyet hakkı üzerindeki tehditlerin dozu arttırıldı. Yeni kurulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nda tüm yetkiler toplanarak yine asıl derdin rant olduğu ortaya konuldu.
BÜTÜNCÜL EYLEM PLANI YOK
Oysaki biz aynı senaryoyu Van Depremi sonrasında da yaşamış, ilaç olarak sunulan kanunun bir çözüm üretmediğini tecrübe etmiştik. Bugüne kadar verilen sözler de tutulamadı. Deprem bölgesinde yıkılan yapılar yerine yenileri yapılamazken deprem mağdurlarının temel ihtiyaçlarının karşılanmasında dahi sorunlar yaşanıyor. Yıkılmamak için deprem öncesinde alınması gereken önlemlerde olduğu gibi, deprem anında müdahalede ve deprem sonrasında yeniden ayağa kalkmak için yapılması gerekenler kısmında da ne kadar hazırlıksız olduğumuzu acı içinde gördük. Ne yazık ki ders çıkaramadık. Hala ülkemizin deprem gerçeğine karşı kapsamlı, bütüncül bir eylem planı ya da programı yok. Yapı denetim süreçlerinde yaşanan sorunlar ve teknik eksiklikler hala devam ediyor. 1 Ocak 2024’te Japonya’da 6 Şubat Depremlerine yakın büyüklükte bir deprem meydana geldi. Yüzeye yakınlığı ile daha şiddetli bir depremdi bu. Japonlar bu depremde 200 kayıp bile vermezken, biz 6 Şubat’ta büyük bir acı ile felaketi yaşadık ve resmi rakamlarla 53 bin canımızı yitirdik.
‘Biz nerede hata yapıyoruz?’ sorusunu yeniden sormanın zamanı geldi de geçiyor. Vaktimiz de mazeretimiz de kalmadı. Önümüzde çok fazla iş var. Bu iş kalemleri içinde öncelikli gördüğüm 13 somut önerimi kamuoyuyla paylaşmak istiyorum:
1- Bütüncül plan: Türkiye’de yaklaşık 10 milyon yapı var ve bunlΩarın %80’i 1999 depremi öncesinde, eski mevzuata göre yapılmış. Ülkemizin %70’i deprem bölgesinde olduğundan basit bir hesapla karşımızda yaklaşık 6 milyon yapıdan oluşan ve deprem güvenliğinin sağlanması gereken yapı stoku var. Bu stoka müdahale etmek için büyük bir kaynağa ve uzun bir zamana ihtiyacımız var. Bu nedenle fotoğrafın bütününe bakmalı ve dayanıklı kentler için maddi kaynakları ve zamanı verimli kullanmak üzere akılcı bir program hazırlamalıyız.
2- Rant değil risk öncelikli: Gerçek çözümler üretmek için tehdit altındaki tüm yapı stokunu hızla taramalı, deprem güvenlik düzeylerine yönelik tespitler yapmalı; sonra önceliklendirmeler ile bir müdahale planı hazırlayarak kapasite doğrultusunda en riskli yapı ve alanlardan başlayarak güçlendirme ve yenileme işine koyulmalıyız.
3- Yaşam hakkı esaslı: Kamucu bir dönüşüm yaklaşımı ile tüm yurttaşlara dayanıklı konutlarda yaşamayı temel bir hak olarak sunmalı, afet öncelikli dönüşümü gündeme almalıyız. Yeni kentsel arsalar üreterek, kentlerde mevcut yoğunluğu arttıran gayrimenkul geliştirme faaliyeti haline gelen kentsel/rantsal dönüşüm yerine afet dönüşümünü kurgulamalıyız.
4- Doğru mevzuat: Yanlış bir hesaba dayanarak yalnızca rant değerini ve yapı yoğunluğunu artırmaya dayalı olan ve işlemediğini uzun zamandır tecrübe ettiğimi 6306 sayılı Afet Kanunu’nu çöpe atarak; risk tespiti, önceliklendirme ve sınırlı kaynakların akılcı kullanımına dayalı bir program ve kamusal faydayı esas alan bir yasal çerçeve düzenlemeliyiz.
5- Mikro bölgeleme: Yapısal önlemleri hayata geçirmeden önce tüm ülke çapında yerleşim yerlerinde detaylı zemin analizlerini içeren mikro bölgeleme çalışmalarını yaparak; çıkan sonuçlara göre imar planlarını revize etmeli, böylece yapılaşma kısıtlarını güncellemeliyiz.
6- Devlet denetimi: Bina üretiminde katı kurallar koymanın yeterli olmadığını, mevzuat yeterli olsa da yapılan binaların yetersiz olduğunu, yeni yapılan binaların yıkılması ile acı biçimde tecrübe ettik. Bu nedenle denetimi özel sektörden alarak yine kamu idaresine vermeli, bu bağlamda imar mevzuatındaki eksiklikleri gidererek yenilemeliyiz.
7- Sürekli etkin kontrol: Yapı denetimi yanında müteahhitlik ve mühendislik sistemlerinde de sorunlar olduğu ortada. Müteahhitlik yapacak kişi ve firmalar için zorunlu bir yasal çerçeve ile teknik sorumluluklar tanımlamalıyız. Mühendislik ve mimarlık hizmetlerinde kamu kurumları ve meslek odalarının etkinliği ve denetimini arttırmalıyız.
8- Güçlendirme için yeni çözümler: Bina güçlendirmeye yönelik mevzuatı düzenleyerek kademeli güçlendirmeyi hayata geçirmeliyiz. Böylece yasal olmadığı için yeniden yapımı mümkün olmayan, öncelikli olarak sınıflandırılmayan ya da ekonomik nedenler, anlaşmazlıklar sonucu güçlendirilemeyen binalar için geçici çözüm sağlayabiliriz. Bu müdahale sonrası yaşanacak bir deprem ile binaların kullanılamaz hale gelmesine karşın, insanlarımızın binalardan sağlıklı şekilde çıkmasına imkan tanıyacak koşulları yaratabiliriz.
9- Daha çok kamu kaynağı: Ekonomik sorunlar nedeniyle binalarına müdahale edemeyen fakat depreme karşı kendini güvende hissetmeyen yurttaşların sorunlarına çareler üretmek üzere, kamu kaynakları ve kapasitesini seferber etmeliyiz. Unutmayalım sağlıklı ve dayanıklı konutlarda yaşam hakkı, Anayasal bir haktır. Bu kapsamda ev sahibi, kiracı ayrımı yapmadan herkese bedelsiz ya da imkanları kapsamında dönüşüm seferberliğine gönüllü olmalarını sağlayacak imkan ve şartları kamu kaynakları ile sunmalıyız.
10- Afet müdahale planı: Depremler afet yönetiminde de sınıfta kaldığımızı gösterdi. Afet sonrasında oluşacak kaosun yönetimi; planlı, emir beklemeden harekete geçen refleksif, yatay örgütlenen, koordine bir sistemi ifade eder. Bunun için afet yönetim sistemimizi ulusal ölçekten mahalle ölçeğine yeniden planlayarak, afet sonrası kendiliğinden harekete geçen, gönüllülerden yetkililere herkesin görevinin belirlendiği, koordinasyon sağlayan ve tatbikatlar ile pekiştiren bir modele dönüştürmeliyiz.
11- Gönüllü organizasyonu: Gönüllü olarak afet sonrası müdahalelere katılmak isteyen yurttaş ağları oluşturarak mahalle ölçeğinde örgütlenmelerini teşvik etmeli; gönüllülere basit arama kurtarma ve acil yardım eğitimleri vererek ilk müdahaleleri yapacak organizasyonları afet gönüllüleri üzerinden kurmalıyız.
12- Okullarda afet eğitimi: Ülkemizde yaşayan her yurttaşın ömrü boyunca en az bir yıkıcı deprem ile karşılaşma olasılığı çok yüksek olduğundan, afet eğitimlerini ilköğretimde zorunlu hale getirmeliyiz. Bunun yanında yetişkinlere yönelik afet eğitimlerini arttırmalı, yapısal sorunların ciddiyeti hakkında farkındalık sağlamalıyız.
13- Siyaset üstü deprem kurulları: Son olarak bu uzun listedeki işleri etkin ve başarılı bir şekilde yerine getirmek üzere; her kent ölçeğinde farklılıklarımızı, kimlik ve aidiyetlerimizi bir kenara bırakarak toplum, merkezi ve yerel tüm kurumlar, kamu ve özel sektör bir bütün olmalıyız. Özellikle yurttaşların aktif katılımı ile Bakanlık koordinasyonunda her kentte Deprem Konseyleri ve Birlikleri kurarak, karar alma ve denetleme yetkilerini üstlenen bu yapılarla ortak akıl ve bilimsel bilgiye dayanarak, tüm kentin kurum ve kişileriyle sürece sahip çıktığı bir birlikteliği inşa etmeliyiz. Bu birlikler ile kentlerin özgün koşullarına göre; sosyal, mekânsal ve yapısal işlere ilişkin kısa, orta ve uzun vadeli planlar hazırlayarak her kurumun görevlerini tanımlamalı ve uygulamaları denetlemeliyiz.
Mevzubahis olan yaşam hakkı, o nedenle zaman kaybetme şansımız yok. Daha da geciktirmeden depreme karşı akılcı politikaları hayata geçirmeli, kamucu bir yaklaşım ile rantı değil yaşam hakkını önceleyen afet odaklı bir dönüşümü sağlamalıyız. Elbette deprem karşısında yapacaklarımız bunlarla sınırlı kalmayacaktır. Tam da yerel seçimler öncesi, aynı acıları yeniden yaşamamak için gerçek ve halkçı çözümlerde, akılcı politikalarda ısrarcı olmanın toplumsal farkındalığı artıracağını düşünüyorum. Oluşturacağımız bu seferberlikte başarılı olmamız dileğiyle Silivri’den sevgi ve saygılarımı sunarım.”